2021 ilkbaharı ilk günleri… Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda bir toplantı… Turizmin başkenti Muğla’nın tüm Ticaret Odası başkanları davetli. Bakan ve ekibi turizmin geliştirilmesi için önerileri topluyor. Muğla, Milas, Bodrum, Marmaris ve Fethiye başkanları Covid 19 ve sonrasını, sorunları ve bölgenin taleplerini dile getiriyorlar…
Marmaris Ticaret Odası (MTO) Başkanı Mutlu Ayhan hiç sektirmeden söz alıyor. Yıllardır içine dert olan üç proje var. Sözü uzatmadan “Nimara, Amos, Phoenix” diye sıralayıveriyor. Marmaris kıyılarındaki üç önemli ve hayli bakımsız tarihi miras…
Toplantıda bir an sessizlik ve ardından Bakan soruyor “Ne yapabiliriz?”
Üç nesilden Marmarisli Mutlu Ayhan “Siz kazı / iyileştirme projeleri için izin verirseniz, biz ne yapabileceklerimize bakalım” diyor. Ve gerisi çorap söküğü gibi geliyor.
Öncelikle Muğla Valisi Orhan Tavlı, Marmaris Kaymakamı Ertuğ Şevket Aksoy ve Marmaris Belediye Başkanı Mehmet Oktay ile görüşmeler… Ve yerel yöneticilerden tam destek… Ardından, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı ile Kazılar Daire Başkanı’na proje alanları gösteriliyor, projeler sunuluyor, izinler alınıyor.
Marmaris çevresinde, yıllardır her fırsatta gezmekten büyük keyif aldığım, kaderine terk edilmiş bu üç önemli tarihi mirasın kazı, restorasyon, çevre düzenlemesi çalışmaları 2021 yazının son günlerinde başlayacak.
Üçü de farklı açılardan eşsiz.
En eskisinden başlayalım…
Cennet Adası Tabiat Parkı’nın tam ortasında, yamaçta, 400 metre uzunluğunda bir patika ile ulaşılabilen devasa Nimara Mağarası’nda bundan 14 yıl önce bir kurtarma kazısı yapıldı. Sıkı durun, 12 bin yıla kadar tarihlenen 1500 seramik, obsidyen ve kemik (delici-kesici aletler) obje bulundu. Marmaris’in tarihini Tunç Çağı’na taşıyan bir araştırma…
Ayrıca boncuk atölyesi izleri, kült heykel kalıntıları, şarap testileri, uçtan uca genişliği 200 metre, yüksekliği 70 metreyi bulan bu mağaranın Helenistik ve Roma dönemlerinde yerel halk tarafından bir küçük köy gibi kullanıldığını göstermişti.
Bu kurtarma kazısının ardından Nimara Mağarası, çevre düzenlemesi (ahşap merdivenler, halat korkuluklar vb.) de yapılarak 2008 yılında büyük bir heyecanla ziyarete açıldı. Yıllar geçti travers basamaklar çürüdü, korkuluk halatları koptu, toprak kaymaları oldu ve tehlike arz ettiği için ziyarete kapatıldı. Mağara ağzına tel örgü çekildi, kapısına da kilit vuruldu.
Yıllardır tel örgülerin dibine açılan bir geçitten herkes bu eşsiz tarihi mirası ziyarete devam ediyor. Sarkıtlara taş atan çocuklar mı istersiniz, eşsiz dikitlere tırmanıp selfie çeken mi?..
Ayıptır söylemesi o tel örgüdeki encik geçidinden ben de birkaç kez sürünerek geçip mağaranın derinliklerine girmişimdir. Zaten sadece, mağaraya çıkan patikadaki biblo gibi sandal ağaçları bile ziyaret için başlı başına bir nedendir…
Marmaris Müze Müdürlüğü, MTO ve belediyenin desteğiyle, ekim ayında çevre düzenlemesi, ışıklandırma ve yeni kazı çalışmalarına başlıyor. Hadi hayırlısı…
Marmaris kıyılarında Karia döneminden başlayarak Rodos (Helen), Roma ve Bizans uygarlıkları boyunca insanların yaşam sürdüğü 30’a yakın yerleşim merkezi ve antik kent var. Ancak bunlardan sadece üçünün; Kedrai (Sedir Adası), Knidos ve Amos’un bir amfiteatrı olmuştur.
Kumlubük ile Turunç arasında, Marmaris’e 22 km. uzaklıkta, 100 metrelik görkemli bir tepenin üstüne kurulu Amos Antik Kenti, 1949 yılında, Türkiye kıyıları sevdalısı efsane İngiliz arkeolog George E. Bean tarafından keşfedildi. Apollon ve Athena tapınakları ile tüm Marmaris Körfezi’ni kuş bakışı gören amfiteatrı çok etkileyici bulan Bean’in, buradaki en önemli keşfi ise Amos bağlarının kullanım ve kiralama koşullarını anlatan M.Ö. 2’inci yüzyıla ait bir taş kitabe idi. Bu tür bir ‘kullanım yasası’ kıyılarımızda ilk ve sondur.
Şimdi sıkı durun… Bean’den sonra tam 70 yıl, 2019’a kadar Amos’ta hiçbir arkeolojik faaliyet yok. Halikarnas Balıkçısı liderliğindeki ilk mavi yolcuların her gezilerinde uğradıkları Amos’un 70’lerdeki halini ‘Mavi Yolculuk’ adlı kitabında anlatan Azra Erhat, “Köylü çocukların rehberliğinde burayı gezersiniz” diye not alıyor. Çünkü tüm antik kent, kesif çalılıklar, zeytin ve çam ağaçlarıyla yeşil bir bitki örtüsünün altında. Keçi patikaları sık sık yıkık duvarlarla kesiliyor. İlk çevre düzenlemeleri sonrası, bugün bile, yerel rehbersiz yarımadanın ucuna doğru gidenler kolaylıkla yollarını kaybedebilir. Çünkü düzenleme kabaca 100 metreye 100 metrelik bir alanda yapılmıştı. Ama Amos Antik Kenti, 700 metreye 250 metrelik Asarcık Tepesi’nin tüm yamaçlarında yayılıyor.
Amos’taki ilk çalışma, yine MTO liderliğinde 2009 yılında yapılan bir çevre düzenlemesi. Çalılar, ağaçlar temizleniyor, amfiteatr ve zirvedeki Apollon kutsal alanına ulaşan bir yol, ahşap merdiven yapılıyor. 2019’da da Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi ve Marmaris Müze Müdürlüğü tarafından ilk kazı çalışmalarına başlanıyor. Ama çalışmalar sponsor bulunamadığı için kesintiye uğruyor.
İşte MTO Başkanı Mutlu Ayhan’ın toplantıda dile getirdiği ikinci proje bu. Önümüzdeki haftalarda başlayacak çalışmalarda öncelikle, amfiteatr ve yüksekliği yer yer dört metreye ulaşan görkemli kent duvarları temizlenecek. Duvarların güneş enerjisi ile ışıklandırılması yapılacak. Kent girişindeki nekropol (mezarlık) düzenlenecek. İkinci aşamada TÜBİTAK iş birliği ile antik kentin sanal ortamda 3 boyutlu canlandırılması gündemde. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nden Arkeolog Dr. Mehmet Gürbüzer’in Marmaris Müze Müdürlüğü ile ortaklaşa yürüttüğü projenin destekçileri yine belediye ve MTO.
Amos’un 100 metrelik tepesindeki amfiteatrından gün batımının sıcak renklerinde Marmaris Limanı’nı ve Apollon Tapınağı kaidesinden Kumlubük’ü seyretmek muhteşemdir. Şu proje biraz uzun soluklu olabilse; keşke heybetli yarımadanın teras evlerle kaplı yalçın yamaçlarındaki yürüme yolları da iyileştirilse ne güzel olacak.
‘En heyecan verici!’ Çünkü Söğüt’ün birkaç kilometre ötesinde, Taşlıca ve Serçe arasındaki bu Helenistik antik kentte mütevazi bir yüzey araştırması dışında bugüne kadar hiçbir çalışma yapılmadı. Üstüne üstlük, Rodos Peraiası döneminde, yani 2300 yıl önce inşa edilen Phoenix öyle ücra bir noktada ki, Bozburun Yarımadası’nın 10’a yakın antik yerleşiminden bugüne en fazla görünür kalıntı kalan yerleşim de burası. Ayrıca, Phoneix hayli büyük bir kent. Geçtiğimiz yıllardaki araştırmalarda kentte Zeus, Athena, Apollon ve Dionysos tapınakları; kent çevresinde Rodos döneminde bağcılık ve zeytincilik yapılan sayısız çiftlik tespit edildi.
Bu bölgeyi gezenler görmüşlerdir; antik kent inanılmaz çorak bir arazide kuruludur. Ama ‘40 Kuyular’ olarak bilinen taş sarnıçlar, 2 bin yıldır hâlâ başarıyla kullanılmakta. 1920’lerde burayı terk eden Fenaket isimli Rum köyünün sakinleri ve hatta bugünkü Taşlıca köylüleri tıpkı 2 bin yıl önce olduğu gibi bu kuyulardan çektikleri suyu evlerine eşek ve katırların heybesine vurdukları tulumlarla taşırlar. Sırf o kuyuları görmek için bile üç-beş kere gidilir. Köylülerin sattığı muhteşem incir ve kekikler satın alınır…
MTO, bu projeyi hayata geçirebilmek için Phoenix hakkında ABD Penn Üniversitesi’nde bir süredir araştırma yapan genç bir Türk arkeolog, Dr. Asil Yaman ile ilişki kurmuş. O da altı ülkeden 13 enstitüde görev yapan 40’a yakın, çoğunluğu genç Türk arkeolog, jeolog, mimar, tarihçi, sosyolog, ekologla bağlantı kurmuş… Sonuç: MTO ve belediyenin destekleriyle önümüzdeki günlerde Phoenix’de beş yıl sürecek çok yönlü, yeni nesil bir araştırma / kurtarma çalışması başlıyor.
Çok yönlü ne demek? Mesela etnobotani diye bir alt başlık, yörenin geçmişten bugüne mutfak kültürünün araştırılması ve ‘Taşlıca Sofraları’ programı. Mesela mimari bellek programı, bölgedeki mimari mirasın belirlenmesi ve yeni yapılarda geleneksel mimariye uygun çizgilerin önerilmesi. Yerel kültürün korunması amaçlı sosyoloji ve sözlü tarih çalışmaları. Psikocoğrafik turlar ile günümüz sanatçılarının geçmişten günümüze olan görsel dönüşüme tanıklık etmeleri. Ve benzeri toplam 14 alt program…
Ayrıntılı bilgi için https://www.phoenixprojesi.com adresine bakabilirsiniz. Vaat edilenler gerçekleştirilebilirse gerçekten etkileyici.
…
Güzel şeyler de oluyor.
Bir toplantı ve kısacık bir cümle: “Nimara, Amos, Phoenix…”
Eğer samimi bir niyet varsa, bazen gerisi çorap söküğü gibi geliveriyor…
Mutlu Ayhan ile konuşuyoruz. “Sırada Marmaris’teki Britanya Donanma Mezarlığı’nın yeniden düzenlenmesi projesi var” diyor.
MTO, Britanya ulusal arşivlerinde aylarca araştırma yapmış. Uzun ve ilginç bir öykü daha…
Napolyon 1798’de Mısır’ı işgal edince, III. Selim Britanya İmparatorluğu ile bir anlaşma yapıyor. Yüzlerce gemilik, 16 bin kişilik Britanya donanma gücü Marmaris Limanı’nda Osmanlı donanması ile buluşup Mısır’ı kurtarmak için sefere çıkacak. Fakat yolculuk ve konaklama sırasında sayısız gemici ve subay yaşamını yitiriyor, Osmanlı’nın da onayı ile Amiral Abercromby Marmaris Limanı ortasındaki Bedir Adası’nda bu denizciler için bir Britanya Donanma Mezarlığı yaptırıyor. Sonraki 150 yıl boyunca Britanya savaş gemileri düzenli olarak gelerek bu mezarlığı temizleyip düzenliyorlar, bu arada yeni definler oluyor. Sonra bu mezarlık unutuluyor.
MTO’nun Londra araştırmalarında bu donanma mezarlığında yatan 40 Britanyalı denizcinin defin belgeleri saptanıyor, donanmanın mezarlık bakımı görev sefer emirleri bulunuyor.
50 yıldır sadece Marmaris sözlü kültüründe bahsi geçen bu donanma mezarlığının resmiyet kazanması ve onarımı için şu günlerde müzakereler sürüyor. Kolay bir proje değil, uluslararası sözleşme gerekir. Ama tamamlanırsa, Haydarpaşa ve Gelibolu dışında Türkiye’deki üçüncü Britanya Donanma Mezarlığı da Marmaris’te ziyarete açılabilir.
İşte sıra dışı bir turizm hamlesi…
İlginç, değil mi?